HAYATIMIZ KARADIR

Ece Ayhan, Mor Külhani adlı şiirine 'Şiirimiz karadır abiler' diye başlar. Oysa kara olan salt şiir...

Ece Ayhan, Mor Külhani adlı şiirine 'Şiirimiz karadır abiler' diye başlar. Oysa kara olan salt şiir midir? Yaşananları zaman imbiğinden süzerken süzgünün üstünde kalanların kapkara bir zift yoğunluğunda olduğunu görürüz hayıflanarak.

Zor bir ülkede yaşadığımızı söylemeye ne gerek var. Vahşi kapitalizm, bizim gibi sonradan görmeler için midir yoksa? Bir ağaç düşünün, kökü kemiren kemirene; oysa o yaşam adına henüz kurumamış dallarından tohum vermeye devam ederken kökünde olup bitenden habersiz olanlara göre dimdik ayaktadır.

Almanya'da görev yaparken öğrencilerimden biri 'Türkiye'ye tatile gitmek istemiyorum' dediğinde, 'Neden?' dedim; yanıtı, 'Türkiye çok pis, herkes yere tükürüyor!' olduğunda bu kez, söyleyecek söz bulamadım.

Bir gün ailemle Ödemiş-Gölcük'te orman içinde piknik yapmış, gitmeden önce de oluşan çöpleri toplamaya başlamıştım. Yanımızdaki ailenin küçük çocuğu, bana şaşkın şaşkın bakarak, 'Amca sen çöpçü müsün?' diye sormuştu.

Yukarıda örnek verdiğim çocuklar benzer yaştaydılar. Her ikisi de Türk. Biri Almanya'da diğeri ülkemizde yaşıyor. İki farklı toplumun bireyleri. Aile, çevre ve okul bir çocuğun eğitiminde en etkili bir sacayağı. Bu sacayağından biri eksildiğinde çocuğun gelişiminden istendik sonuçlar elde edilemez. Bu durumda dağın tepesi de ovanın düzü de hayvan leşinden, çöp poşetinden geçilmez olur. Bir Allah'ın kulu da 'Bu neyin nesi?' deyip de gördüğü çöpü almaz. Çünkü o, çöpçünün görevidir.

Bir dönem, sokağımızın kaldırımları topraktı. Kışın çamuru yazın tozu toprağı üzerimizden geçiyordu. Bu arada sokağımızda temizlik ekibi kurmuş, kendi işimizi kendimiz görüyorduk. Sonunda konuyu belediye başkanına aktardık. Yaptıklarımızı anlatınca derhal emir verdi, kaldırımlar betonlandı ve sokağımız çamurdan, pislikten kurtuldu. 'Ağlamayana mama yok' diyen bir toplumuz.

Çevre temizliği deyince akla salt sokak, ev, okul ve meydan gelmemeli. Ruhsal yaşantıya ve onun gidişatına da bakmak gerekir. Fakat Dostoyevski gibi bir gün yeraltına inersek, 'Kırk yıl yeraltında sesimizi çıkarmadan otururuz, ama bir de fırsatını bulup yeryüzüne çıktık mı, dırdırımızdan kurtulamazsınız.' 1 deriz biz de.

Hayatımıza bir hedef koymanın önemini yeri geldikçe gençlere anlatırım. Yaşantımdan örnekler veririm. Ulaştığım her hedef sonrası bir boşluğa düşerim. Her şey o an bitmiş gibidir. Sıkıntıdan ne yapacağımı bilemez olurum. Bu zorluğu aşmanın kendime yeni bir hedef koymaktan geçtiğini öğrendiğimden beri artık sıkıntı duymuyorum. 'Türk gibi başla İngiliz gibi bitir' sözünü kulağıma küpe ettim. Yani iştahla başlayan bir işin sonunu getirememek sadece biz Türklere özgü değil ki, Dostoyevski de kendi insanını, 'Gelgeç gönüllü, tutarsız bir yaratık,' olarak niteler, ' belki de satranç oyuncuları gibi hedefi değil, hedefe giden yolu sever' diyor. Çünkü ona göre, '… hedefe her varışta bir tedirginlik duyulur. İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil' 2

Gelgeç gönüllülük, bir başka deyişle şıpsevdilik, maymun iştahlılık özünde tutarsızlığı ifade eder. Bu tiplerin yer aldığı her hareketin sonunda büyük bir mutsuzluk yaşanır. Kimbilir belki de bu mutsuzluk hallerinden onlar mutlu olabiliyor! Güleriz ağlanacak halimize, sevincimizi de ağlayarak ifade ederiz.

Hayatımız karadır bizim, Mehmet Rayman'ın şiirinde olduğu gibi 'herkes kendi boşluğundan çıkar gelir/bir mutluluk arar kendine.' 3

O aranan mutluluğun bizi bir gün karartacağını bilsek de koşarız ona doğru. Yeşilçam filmlerinde yavaşlatılan bir çekime döner çoğu buluşma, hiç buluşmayı istemezcesine. Ve isteklerimiz, karşıtlıklarla örülü bir hayıt sepetine dönüşür. Günün birinde örgü tamamlandığında kendimizi o sepetin dibinde buluruz. Ve yeniden çıkmak için kendimize yeni bir sepet örmeye kalkışırız. Hayat bundan ibaretse denizin gelgitleri gibi ruhumuz da o gelgitleri kendi bedeninde yaşıyor.

Hayatı renklendirmek, yalnız ressamların işi midir? Bizim o tuvalde bir izimiz yok mudur? Bana kalırsa var. Çünkü akıllı bir ressam, tuvalinde en az kendisi kadar bizi de anlatır. Bunu da yaşantıdan süzülüp fırçasına yapışan renklerle dener. Bu yüzden ne tür resim olursa olsun, bir tabloda yaşanmışlıklar kadar yaşanmamışlıkları da ararım, şiirde aradığım gibi.

Ece Ayhan her ne kadar, 'resmimiz karadır abiler' demişse de onun resmini ağartacak ressamların da var olduğunu bilerek susuyorum. Peki, son bir soru: Hayatı kararttığımız yetmediği gibi ucu açık söylemlerle daha nereye varacağız dersiniz? Zor bir ülkede yaşadığımızı söylemekle yetineyim.

Madem Ece Ayhan'la açtık perdeyi, son sözü de o hırçın, ele avuca sığmaz şair söylesin: 'Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler.'

Örgütlenmekten hep korktuğumuzdan mı, aşk gibi hayatımız da karardı, bir düşünün abiler, ablalar.

Kaynaklar

1. Yeraltından Notlar, Dostoyevski, Çev. Mehmet Özgül, s. 51, İletişim Yayınları, 21. Baskı, 2012, İstanbul

2. agy., s.48

3. Ayna İnsan, sayı: 14

Bakmadan Geçme