Hacı Süleyman ya da Konstantin Efendi!

'Yandan gelen saçmaların biri, kuşun bir gözünden öteki gözüne geçerek, ikisini birden akıtıp kör etmişti. Kuş...

'Yandan gelen saçmaların biri, kuşun bir gözünden öteki gözüne geçerek, ikisini birden akıtıp kör etmişti. Kuş artık korkunç ve garip bir karanlıkta uçuyordu. Hiç durmadan, dinlenmeden beş saat uçtu. Doğdu doğalı tanıdığı göğü karanlıklarda aradı. Fakat göğü bulamıyordu. Biliyordu: Yuvası göğün bir kenarında, bir kayanın üzerindeydi. Yavruları yiyeceksizlikten ne haldeydiler acaba? Annelerinin mavilerde çınlayan sesini araya araya, göklere baka mı kalacaklardı? Kuş olanca gücünü yeni baştan kanatlarına verdi. Herhalde bu karanlıkları aşacak ve karanlıklardan ötelere yayılan mavilere ulaşıp dalacaktı.

Böylelikle dört beş saat daha uçtu. Artık gece olmuştu. Miho hl gündüzü arıyor, ama bulamıyordu. Kanatları ağırlaşıyordu. Kanatlarıyla aydınlığa varamayacağını anladı. İşte o zaman masum sesiyle mavi yükseklikleri yaratmaya kalkıştı. Türkü söyledi. Türküsüyle ve içinin ateşiyle zindan kesilen evreni, apaydın edecek olan güneşi yaratmaya çabalıyordu. Fakat artık bitkindi. Gecenin karanlığında sesi sendeliyordu.

Engin üzerliklerin bu tenha uçucusu, karaya ancak yavrularıyla bağlıydı. Yavrularının yuvasını, bağrından yolduğu tüylerle döşemişti. Son bir defa, karanlıkta iki ayaklı birer pamuk yumağına benzeyen sarı gagalı yavrularını çağırdı. Sesi kısıldı. Gırtlağından garip gürültüler çıkararak ve tekerlenerek çırpına çırpına denize düştü.

Ertesi günü, ıssız denizlerde bir beyaz tüy yüzüyordu ancak.'

Yazımın girişine aldığım üstteki tırnak içindeki alıntı, Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın 'Gündüzünü Kaybeden Kuş' adlı öyküsünün son bölümüdür.

**

'Seneler var ki kuşlar gelmiyor. Daha doğrusu ben göremiyorum. Güzün güzel günlerini pencereden görür görmez, Konstantin Efendi'nin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. Bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor. Halbuki sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşili ile kuşlarla beraber olunca, insana, sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir. Konstantin Efendi mani oluyor. Zaten kuşlar da pek gelmiyor artık. Belki birkaç seneye kadar nesilleri de tükenecek. Her memlekette kaç tane Konstantin Efendi var kimbilir? Kuşlardan sonra şimdi de milletin yeşilliğine musallat oldular. Geçen gün yol kenarındaki yeşilliklere basmaya kıyamayarak yola çıkmıştım. Konstantin Efendi'nin günlerinden bir gündü. Gökte hiç kuş gözükmüyordu. Evden çıkarken isketemin kafesine bir incir yapıştırdım. İsketem tek gözünü verip bana dostlukla bakmış, incir çekirdeğini kırmaya çalışıyordu.'

Bu ikinci alıntı da Türk edebiyatının ünlü öykü yazarı Sait Faik Abasıyanık'ın 'Son Kuşlar' adlı öyküsünden bir bölümdür.

Bu öykünün son bölümü de şöyle biter:

'Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikyesi.'

Kim bilir buna benzer daha kaç öykü var dünya çapında!

Son günlerde, hayvanlara karşı yapılan vandallıkları görünce bu iki öykü geldi aklıma.

Köpeğe vurulan kürek darbeleri. Öküze vurulan balyoz darbeleri…

Ve İzmir'deki Göztepe-Altay maçında kaleciye arkadan vurulan korner direği…

Hatta yerelden de bir örnek verirsek, Ödemiş'teki bir parkta gerçekleştiği iddia edilen bir palmiye ağacını yakma girişimi…

**

İster Hacı Süleyman isterse Konstantin Efendi olsun…

İsterse Göztepe ya da Altay taraftarı olsun… Ya da boğanın kafasına balyozla vuran cahil çiftçi…

Belki eskiden daha çoktu böyleleri de biz duymuyorduk…

Hani bir Netekim Paşa vardı? Hani, 'Asmayalım da besleyelim mi!' demişti..

'İbreti alem için üç beş tane sallandırmak lazım' diyenleri de hala duyuyorum…

Asmayalım ama üç gün sonra da toplum içinde zafer kazanmış ordu komutanı edasıyla gezmesinler…

Bakmadan Geçme