Bir anne neden engelli oğlunu öldürüp intihar eder?
Utanmanın sonuna ünlem işareti koyduğumuz bir ülke… Soru işareti ya da üç nokta da olur. Çünkü...
Utanmanın sonuna ünlem işareti koyduğumuz bir ülke… Soru işareti ya da üç nokta da olur. Çünkü utanmak, bilmediğimiz bir duygu. Ya da sürekli içimizden taşan… Sanki ikisi de aynı yere çıkıyor. Durmaya, öylece kalakalmaya.
Şu devletin insanlara yaptıklarından ya da görevi olduğu halde yapmadıklarından dolayı onun adına utanmaktan, utanmaktan başka bir şey yap(a)mamanın getirdiği ve yine kendi içine kapanan, çoğalan, nefessiz bırakan suçluluk duygusunu bastırmaya çalışırken aslında insanlıktan da çıkmaktan yorulduk (mu), usandık (mı).
17 yaşında, yüzde 99 engelli Eyüp Öztürk, annesi tarafından başından vurulup öldürülmüş. Sonra anne intihar etmiş. 17 yıldır yüzde 99 engelli evladını büyütmeye çalışan bir kadın. Ve geldiği nokta, hem kendisinin hem oğlunun hayatına son vermek. Şöyle derler, 'Ebeveynler çocuklarının kendilerinden önce ölmesinden, engelli çocuğu olan ebeveynler ise çocuklarından önce ölmekten korkarlar.' Bu cümlenin ağırlığının farkında mıyız? Bir anne ve baba, çocuğunun kendisinden sonra ölmesinden nasıl korkabilir?
Eğer çocuk bakımı, yaşlı bakımı ya da engelli bakımının ücretsiz/düşük ücretli bir biçimde kamusal bir hizmet olarak verilmediği ve dolayısıyla bu bakım yükünün hane içinde ve büyük çoğunlukla kadınların üstüne kaldığı Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsak bu cümleyi sarf etmek, böyle bir hisle yaşamak gündelik hayatın bir parçası oluyor ne yazık ki. Meseleye yardım/hayırseverlik ekseninde kurgulayan politikalarla yaklaşınca böyle onlarca olayla karşılaşmak işten bile değil. Üstelik hayırseverliğin bir sosyal politikaya dönüştüğü bu uygulama, hem en az yüzde 40 engelli olduğu raporla kanıtlaması zorunluluğu hem de hanede kişi başına düşen gelirin muhtaçlık sınırını geçmiş olmaması kaydıyla verilmektedir. Bu durum da farklı ihtiyaçları olan birçok bakıma muhtaç kişiyi ve onlara bakmakla yükümlü olanları dışlamaktadır. Bakım aylığı aldığı halde belediye ve komşularının yardımına ihtiyaç duyan ve bunlara rağmen çocuğunu ve kendisini öldürmekten başka bir çare bulamayan bir kadın, verilen bu aylıkların hem miktar olarak hem de başka türlü ihtiyaçların varlığı açısından ne kadar yetersiz kaldığını gösteriyor.
Çok yakın zamanlarda iş aramaya ya da işe gittiği için çocuklarını evde bırakan ve çocukları ölen ebeveynlerin haberlerini okuduk. Hatırlayalım! 'Anne ve babası iş aramaya gittiği ve bırakacak yerleri olmadığı için evde yalnız kalan dört aylık bebek öldü!', 'Yalnız yaşayan bir anne, iş aramaya gittiği ve bırakacak yeri olmadığı için evde yalnız kalan üç ve altı yaşındaki iki çocuk öldü!', 'Bırakacak yerleri olmadığı için babanın yanında götürdüğü ve orada oynarken tomrukların altında kalan altı yaşındaki çocuk öldü!'
Hatırlamak nedir? Nasıl unutabiliyoruz? Biz unuttukça çocuklar ölüyor, görmüyor muyuz? Bir anne nasıl öldürür çocuğunu? Anneler, babalar nasıl bırakır küçücük çocuklarını evde tek başına?
Bu ülke, mecbur kaldıklarımızın ülkesi… Elimizden hiçbir şeylerin gelmediği ülke…
İş aramaya ya da çalışmaya giden ebeveynlerin çocuklarını güvenle bırakabilecekleri kurumlara ulaşmaları mümkün olsaydı, o çocuklar hala yaşıyor olacaktı, farkında mıyız?
Bir sosyal politika uygulaması olarak engelli çocuğunun bakımını paylaşabileceği bir hizmete ulaşabilseydi o anne, ne 17 yıldır yaşadığı bin bir zorluğa rağmen bağrına bastığı evladını ne de kendisini öldürecekti, farkında mıyız?
Artık yüksek sesle utanmanın zamanı gelmedi mi?