Barış Pehlivan: Gazeteci tarafsız olmaz, hak ve demokrasinin tarafında olur
Meselenin en önemli boyutlarından birinin basın özgürlüğü olduğunu özellikle seçim sürecinde, ilk turda ve ikinci turda...
Meselenin en önemli boyutlarından birinin basın özgürlüğü olduğunu özellikle seçim sürecinde, ilk turda ve ikinci turda görmüş bulunuyoruz. Peki, basın özgürlüğü, önümüzdeki günlerde nasıl şekillenecek? Yeni kabine umut vaat ediyor mu? Mevzubahis karanlığı kim yırtıp atar? Bu soruları, yaşayan en değerli araştırmacı gazetecilerden Barış Pehlivan'a sorduk.
Merhabalar. Dilerseniz hiç uzatmadan ilk soruyu sorarak başlayalım. Yeni kabinine sizi biraz rahatlattı mı?
Yeni kabine açıkçası beni rahatlatmadı. Zaten Recep Tayyip Erdoğan'ın mimarlık ettiği başkanlık sisteminde bakanların ne kadar sorumluluk sahibi olduklarını da tartışmak lazım. Bu kabine, yerel seçimlere hazırlık kabinesi olarak görülebilir. Hulusi Akar veya Süleyman Soylu gibi kendi alanları, kendi güçleri olan bakanlardan imtina edilmiş. Daha kolay yönetilebilecek bir kabine oluşturulmuş ama ben bunun Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sarayındaki konuşmalarında söylediği gibi; barış, kardeşlik, kucaklaşma gibi vaatlerle pek bir alakası olduğunu sanmıyorum.
İnsan hakları ihlalleri, sansür, basın üzerinde baskı dediğimizde aklımıza daha çok birkaç on yıl öncesindeki işkenceler, karanlık odalar ve suikastler geliyor. Bugün bu işkenceler ortadan ne ölçüde kalkmış durumda? Fiziksel yıldırma yöntemleri tamamen geride mi kaldı yoksa sadece form mu değiştirdi?
Eskiden gazeteciler daha çok Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe, Musa Anter gibi mesleklerini icra etmelerini hayatlarıyla öderlerdi. Öte yandan AK Parti döneminde Hrant Dink cinayetinin de özel bir anlamı var, bunu es geçmek hata olur. Fakat yine de form büyük ölçüde değişmiş durumda. Bugün gazetecileri yıldırmanın yöntemi davalar veya cezaevlerinde sınama, fiziki işkenceler psikolojik işkencelere dönüşmüş durumda. Cezaevlerine atılmalar, mahkeme salonlarında geçen yıllar veya işsiz bırakılma gibi.
Türkiye'de basın özgürlüğünün ve insan hakları ihlalleri dediğimizde akla daha çok sağ iktidarların ve askeri cuntaların dönemleri gelir. Türkiye'de sol iktidarların dönemleri hakkında da soru işaretleri var. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu'nun önde gelen başkanlarından biri ve bir özgürlük savaşçısı olan Sema Pişkinsüt'ü kendi partisi DSP pasifize etti. Hayata Dönüş Operasyonları ortada. Dolayısıyla bu karanlığı kim yırtıp atar? Millet ittifakı kökten bunu değiştirebilir miydi ?
Ben mevcut ittifaklardan ve bu ittifakların bileşenlerinden, basın özgürlüğü anlamında, insan hakları anlamında veya demokrasi anlamında çok köklü değişiklik beklentileri içerisinde değilim. Fakat bu totaliter sistem üzerinde delik açıp insanların nefes almasını sağlayabilirdi. Ancak başaramadılar. Zaten Millet İttifakı iktidara gelseydi de bağımsız gazetecilerin mücadelesi son bulmayacaktı. Yeni iktidar kim olursa onun hatalarını ortaya çıkarma kavgası peşinde olacaklardı. Zaten gazeteci dediğimiz kişi aslında tarafsız değildir. Tarafsızlık kelimesini yanlış anlamda kullanıyoruz. Gazeteci emeğin, demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün tarafındadır. Gazeteci tarafsızdan çok objektif olmalıdır. Objektiflik gerektiğinde oy verdiğin partinin hatasını görüp ortaya çıkarmayı gerektirir. Millet ittifakı cennetin kapılarını açmayacaktı. Fakat cennetin kapılarının açılmasıyla sonuçlanacak daha adil bir kavganın zeminini oluşturabilirdi.
Utku Beycan