AKŞAM GEVEREĞİ ANILAR HATIRALARIN KONUĞU BEKİR KESKİN OLDU

Her hafta salı akşamları Ödemiş Öğretmenevinde gerçekleştirilen Öğretmenevi Müdürü Mahmut Altay'ın sunduğu Anılar Hatıralar'ın bu haftaki...

Her hafta salı akşamları Ödemiş Öğretmenevinde gerçekleştirilen Öğretmenevi Müdürü Mahmut Altay'ın sunduğu Anılar Hatıralar'ın bu haftaki konuğu Ödemiş eski Belediye Başkanı Bekir Keskin oldu. Bekir Keskin hatıralarını anlatmaya kendini tanıtarak başladı:

 

Ödemiş doğumluyum, babam Tekel memuruydu. İstiklal İlkokulu'nda okudum, daha sonra İzmir'de parasız yatılı imkanını kazanarak yatılı okudum, son yıllarımı Ödemiş

lisesinde bitirip daha sonra elektrik mühendisi olup önce Arabistan'da daha sonra Ödemiş'te çalıştım. Ödemiş'ten sonra bahtıma herhalde öyle açıldı çok sayıda yurt dışı projelerinde çalıştım, daha sonra da belediye başkanlığı ve belediye başkanlığından sonra uzun yıllardır özlemim olan Ödemiş'in geçmişi, ödemişin tarihi, neler yaşanmış; bunların hangileri ortaya çıkmış, hangileri bir iki cümle ile kalmış, onları nasıl açabiliriz; onlarla uğraşıyorum. Yani son dönem bol bol  Ödemiş ile ilgili kaynakları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Özellikle Yıldızkent Müzesi bunların başında geliyor. Ödemiş'in geçmişinin, Ödemiş'te neler olmuş neler yaşanmış, en

azından bir 200-300 yıldır Ödemiş var. Yani birazdan bahsederiz Ödemiş'in ilk kuruluşunu… Onların bir yerde birikmesi lazım. Hem bizim için hem de bizden sonraki kuşaklar için bir hafıza ve bir kentin kültürü aslında çok önemli yani hiç kimse birdenbire yani gökyüzünden gelmedik, hepimizin geçmişinde sülalelerimiz

var sülalelerin büyükleri var, onların yakınlıkları var değişik konutlar vardı Ödemiş'te, değişik evler vardı, değişik işler oldu Ödemiş'te ve Türkiye çapında Ödemiş'in önemini çok öne çıkan hizmetler var, insanlar var… Bunların hepsini harmanlayıp Ödemiş'te olmanın tadına varalım, Ödemişli olmanın zevkini yaşayalım. Ben Cumhuriyet sonrası ilk yıllar, ilk 10-15 yıl Ödemiş'in altın yılları gibi geliyor bana çünkü o Cumhuriyet coşkusu ile beraber Ödemiş'ten de meclise giden ve Ödemiş sevgisini sürekli kalbinde taşıyan Şükrü Saraçoğlu her seferinde Ödemiş'te bir yenilik yapmış, Ödemiş'in ihtiyacına karşılık vermiş. Onunla beraber o dönemki belediye başkanları da çok dirayetli Mustafa Bengisu artık Ödemiş'te anıtsal bir kişilik olarak hepimizin hafızasında, ondan sonra gelenler de öyle. Yani 1940'lara kadar Ödemiş altın çağını yaşamış diyebilirim. Daha sonraki yıllarda da var tabii yani 50-60 arası da Ödemiş'te yapılan çok fazla hizmet var. 60'tan sonra da var, bizim dönemde de var, bizden önceki de var. Yani esas Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o kalkınma hamlelerinde Ödemiş'in de pay alması ve Ödemişlilerin de bunun karşılığını vermesi yani birçok kent bir veyahut da iki uçak alırken Ödemiş ve çevresi yani Ovakent de dahil olmak üzere Kaymakçılı tütüncüler olmak üzere 5 uçağı kendi topladıkları paralar ile alıp armağan etmişler. Yani Türkiye ortalamasının üstünde. Demek ki belli bir zenginlik de varmış Ödemiş'te. O zenginlik nereden geliyor daha önceki yıllardan geliyor biraz da. O daha önceki yıllara gidelim mi? Şimdi Ödemiş geç kurulmuş bir şehir, biliyorsunuz şehirler genellikle yamaçlarda hem güvenlik açısından hem de suya erişim açısından dağların ve tepelik yerlerle dağların ovaya

yakın yerlerinde kurulur, yani birçok eski şehir Tire başta olmak üzere Bayındır da öyle, hatta Beydağ ve Kiraz da öyledir, yani Ödemiş dışında bizim yöremizdeki

bu gibi kentler yamaçtaki güvenlik unsuru ve ovaya gidip gelmekle ilgili, iş güç o yöne doğru olduğu için kendilerini güvende hissederler ve oradan kurulur eski şehirler ama Ödemiş tamamen ovaya kurulmuş bir şehir ve ona bakmak lazım niye Ödemiş tamamen ovaya kurulmuş. 1700'lerde itibaren kervanlar artık buranın Küçük Menderes'in ürünlerini yavaş yavaş İzmir'e taşımaya başladığında gelip geç gelip geçilen bir yolda ve ufak tefek han veya hatta kahve gibi kahvehane gibi bugünkü anlamıyla dinlenme yerleri var Ödemiş'te. Tabi dışarıdan gelenler de var, Türkmen ovaları var değişik yerlere yerleşmişler ve 1700'den itibaren yavaş yavaş burası

kentleşmeye başlıyor. Şimdi Küçük Menderes'in etkisi Küçük Menderes ilk çağdan itibaren çok geniş bir tarafından bir tarafına geçilmeyen ve suların az çok kesildiği yerlerde bataklık olan ve rahat ulaşılamayan yani çok fazla tarımsal arazisi olmayan, çalılık bir alan Küçük Menderes. Yani binli yıllardan başlayın. Yani en rahat bildiğimiz yıllar o yıllardan. Bir de 1500-1600'lere kadar Küçük Menderes'in suları şakır şakır

akıyor, derinliği çok kolayca aşılamayacak yani yayan karşıdan karşıya geçilemeyecek düzeyde ve Efes limanıyla bağlantılı, o yıllarda da zaten Anadolu'nun Avrupa'ya veya Ege Denizi'ne açılan limanı Efes ve Kuşadası. Yani İzmir henüz yok, İzmir daha sonraki yıllar yani 16-17 yüzyıldan sonra İzmir Limanı  ticari liman vasfını kazanıyor. Yani İlk çağda Küçük Menderes'in ağzı olan Efes çok önemli bir liman. Daha sonra yavaş yavaş Küçük Menderes doldurmaya başladığında limanın ağzını yani bugün de izleyebiliriz. Efes içte kalmış bir kent ama milattan önceki yıllar ve milattan sonraki ilk 1200 yılda Menderes'te Efes'in yanından geçip Ege denize ulaşan ve şarıl şarıl  akan, hatta yabancı seyyahların tanımladığı biçimiyle içinde şelaleler de olan ve 4 ayrı koldan ilerleyen geniş bir nehir. Yani bu suyun da

bir kentin kurulmasında bir yaşam yeşermesindeki önemini de anlatıyor. Yani

Ödemiş aynı zamanda ovaya kuruluyor ama kurak bir yere değil Küçük Menderese çok rahat ulaşılıyor ve dağlardan gelen ufak akarsular ufak dereler Ödemiş'in o zaman kurulan Ödemiş'in içinden yanından geçiyor ve hatta Yayla Caddesi, Gazi

Caddesi ve oradan, doğru eski istasyona kadar olan cadde 1800'lerin sonuna kadar ortasından bir akarsu geçen bir dere akan bir cadde aslında. Yani orasının da Lübbey tarafı Dabbey tarafından gelen ufak Menderes'e kavuşan dere oradan bir koluyla geliyor  Küçük Menderes'e ulaşırken kat ettiği yol demin söylediğim yol ve o nehrinde yani şehrin içinden geçen artık şehir kurulmuş şehir gelişmeye başlamış 1800'lerin sonu tam rakamını vermek gerekirse 1881'de Ziraat Bankası'nda kurucusu olan Mithatpaşa İzmir valisi ve Ödemiş'te de belediye kurulmuş ama belediye ne demek nasıl işleyecek bilinmediği bir dönemde, Emmioğlu Hanın' da iki odada belediye olarak faaliyete başlayan Ödemiş Belediyesi diyelim onun zamanında yeni bir binaya kavuşacak ve o binanın açılışına geliyor. Yani bizim yaştakiler bizden biraz daha büyük olanlar çok iyi hatırlarlar ki Ekin Pazarı'ndan biraz önce bugün o belediyenin dükkanlarının olduğu alan arka tarafında çok güzel bir belediye binası vardı. Sanıyorum 60'lı yıllarda yıkıldı yani hayal meyal küçüklüğümden hatırlıyorum. Yani biraz da kendi yaşamımızdan da parçalar izler de serpiştirirsek ve Mithat Paşa'nın da şehrin içinden akan nehrin yatağının değiştirilip bugünkü Kuvvet Deresi dediğimiz Kuvvet'e doğru döndürülmesi yani tam Ödemiş çıkışında Yayla Caddesi çıkışında döndürülmesi oradan Türkmen Mahallesi'nden doğru tarlaların arasından küçük Menderes'e gelen nehrin döndürmesini de sağlamış. Yani 1881'lere kadar Ödemiş içinden dere geçen bir şehir halindeymiş. Ödemiş isminin nereden geldiğine dair değişik bir kısmı efsane bir kısmı gerçek

Otamış Türkmen Oymağı'nın gelip buraya o göçmenlerin gelip de  bugün Adagide yolu üstünde Sungurlu Mezarlığı ve oralara yerleştiği söyleniyor ki doğrudur yani hangi yıllardadır bu yani 1500'lerde 1600'lü yıllarda, oralara işte çadırlarını kurup veya ufak tefek kerpiç ağıl hayvancılık gibi aktiviteleri için yerleşmiş oldukları

muhtemeldir ama Ödemiş'in esas gelişmesi ve büyümesi 1600'lerden sonra oldu demiştik. Onda bir şeyin çok büyük etkisi var. Birgi çok gelişmiş ve Aydınoğlu

Beyliği'nin merkezi olarak sadece 1300'lerde değil 1400-1500'lerde de hatta 1500'lü yıllarda Birgi, Osmanlı coğrafyası içinde çok önemli bir medreseler kenti haline gelmiş. İmam-ı Birgivi ile başlayan medreseler açılması ve oraya gelen medrese

talebeleri daha sonraki yıllarda yeni açılan birçok medrese ile neredeyse bir eğitim ve kültür merkezi haline gelmiş yani daha önceki yıllarda Birgi Aydınoğlu Beyliği'nin merkezi ve büyük bir ticaret merkezi iken o 1500'lü yılların Birgi için çok şaşaalı yıllar olduğunu söyleyebiliriz. Yani nüfusu da şöyle kıyaslamışlar tarihçiler, Tire'nin nüfusu o yıllarda 4000 civarında iken Birgi nüfusu 4500 civarında, yani Tire'den bile daha büyük bir yerleşim. Çünkü içinde Rumlar da var Ermeniler de var Türklerde var Aydınoğlu Beyliğinden kalan o zamanki azınlıklar da var, azınlıklar derken Venedikliler, Cenevizliler yani o yıllardaki ticareti de Cenevizler ve Venedikliler ellerinde tutuyorlar. Günümüzde izleri kalan Cineviz Kalesi işte Genev gibi birçok terim o yıllarda bölgede hakim olan tüccarların Cenevizler veya Venedikliler olduğunun da güzel birer kanıtı. İşte bu şaşaalı dönem Birgi'deki şaşaalı dönem 1500'lerin sonlarında Osmanlı coğrafyasında başlayan Celali isyanları

ve zaten artık genişleme dönemi Osmanlı coğrafyasının sona erdiği yıllar.

1500'lü yılların sonu, 1600'lerin başı ve Celali İsyanları söndüğünde yani 1610

yılında Celali İsyanları bastırılıyor, yeniden Osmanlı yönetiminde bir barış sağlanıyor

ve yeniden Osmanlılar İstanbul'da rahat bir nefes alıyorlar ama gelin görün ki buraları rahat durmuyor. Yani gene burada Birgi'de Cennet Karaoğlu veya Cennet oğlu denilen birisi çıkıyor 1625'te, 1624-25'te, etrafına Tımarlı sipahileri, medrese öğrencilerini, hoşnut olmayan köylüleri kim varsa topluyor ve Celali isyanlarına benzer çok büyük bir isyan başlatıyor. Bu isyan Osmanlı yazımında Osmanlı tarihinde bir kısım tarihçi Cennet Karaoğlu olarak küçümsenen bir isyan. Cennet Karaoğlu denmesinin bir nedeni de bizim biliyorsunuz Müslüman toplumda insanlar babalarının ismiyle yani Arap toplumunda bugün hala Bin Ali, Bin Hüseyin, Bin Muhammed gibi isimlerle alınır yani Muhammed'in oğlu işte Bekir'in oğlu

Ahmet'in oğlu gibi ilk defa orada Cennetin, Cennet karının oğlu denmesinin yani oradaki isyanı biraz da küçümseyen insanlar için Cennet Karaoğlu denmesi o

zamanki literatürde neredeyse kötü kadın anlamına gelen bir hitap tarzı yani annesinin ismi ile anılması o sırada birisinin bir kısım öyle anlarken bir kısmı da Cennetoğlu deyip isyanın sosyal yapısını tanımlıyor bizim tarih kitaplarımızda.

Şimdi Cennet oğlu yani Birgi'de isyanı başlattığı dönem tımarlı sipahilerin, sipahileri de o zaman şöyle diyelim Osmanlı toplumunda iki tip sipahi ocağı var bir tanesi Kapıkulu sipahisi yani İstanbul'da başkentte, padişaha bağlı kışlalarda yaşayan ve

sefere gideceği zaman Osmanlı ordusunun oradan kalkıp yavaş yavaş sefere gidilecek yere giden ama yolda tımarlı sipahi dediklerimizde yavaş yavaş o orduya katılan ikili bir ordu yapısı var. Zaten Osmanlı yönetiminde toprakların sahibi padişah olduğu için tarlalar bahçeler ve araziler padişahın malı işte tımarlı sipahilere belli bir tımar olarak yani burasını al işlet ürünlerini kazan oradaki kazancının bir kısmıyla bana oradaki toprağın yapısına göre yani değerine göre işte 5 Sipahi 10 Sipahi 20 sipahiyi besle, ben sana haber verdiğimde yani cenge giderken fethe giderken o sipahiler hazır olarak bunların her türlü ihtiyacı hazır olmak üzere yani yemeği

giyim kuşamı hazır olmak üzere sen bana bunları yolda giderken benim ordumla birleştireceksin, anlamında ikili bir yapı var. Şimdi şöyle düşünelim hani laf lafı açıyor Osmanlı ordularının Avrupa'da herhangi bir yere fethe gitmesi aşağı yukarı

bugünkü yani Birgilerimizde 80.000 – 100.000 kişilik bir orduyla ulaşıyorlar. Mesela Viyana önlerine gittiler. Viyana önlerinde 100.000 kişilik Osmanlı ordusu var. Bunlar

İstanbul'dan çıkarken 10-15.000 kişilik bir kapı Kulu sipahileriyle çıkıyorlar ve yolda

giderken Osmanlı ülkesinin değişik yerlerindeki tımarlı sipahiler 20'şer 50'şer 100'er

bu orduya katılıyorlar, ordu genişleye genişleye en son ulaşılacağı yere gidiyor yani 15.000 kişi çıkıyor 20 oluyor 25 oluyor 40, 50, 60, 70 oluyor ve en son fethedilecek kale neresi ise yani bu hep Avrupa tarafına değil yani İran tarafına seferleri var, Osmanlı ordusunun Mısır taraflarına var seferleri Kuzey Afrika'ya var seferleri yani Osmanlı ordusunun yapısı böyle bir şey. Yani şunu hesaplayalım lütfen, bugünün koşullarında ister İstanbul'dan ister Ankara'dan ister İzmir'den bırakın 100.000 kişiyi

40.000 kişilik bir kalabalığı 100 gün boyunca yani İstanbul'dan çıkıp da cenk edilecek yere ulaşılması da aşağı yukarı 100 gün. 100 gün boyunca beslenecek, yıkanacaklar, ibadet edecekler. Hep beraber değişik eğlencelerini veyahut da savaşa hazırlıklarını yapacaklar, bunları yedireceksiniz, içireceksiniz ve bunların tuvaletleri birdenbire hepsi toplu olduğu için nerede yapılır nasıl yapılır işte bu Osmanlı ordusunun ve Osmanlı yönetiminin çok büyük bir mühendislik harikası. Biz sadece tarihi içindeki mühendisliği Avrupa'dan çıkan Leonardo gibi çok ünlü ustalara bağlıyoruz ama gerçekten de Osmanlı ordusunun bu üstünlüğü Osmanlı'ya o genişleme döneminde bir mühendislik harikası olarak önünü açmıştır. Yani bu da unutulmaması gereken bir şey yani Osmanlı mühendisliği çok önemli bir konu ve yeni yeni bizim akademisyenler tarafından da incelenmeye başlanmıştır, canlandırabildiniz mi gözünüzde yani 40.000 kişi Ödemiş'in erkekleri bütün erkekleri köyler hariç hepsi toplanıyor ve 100 gün boyunca yayan kimisi atla kimisi arabayla gidiyorlar. Bir yandan gittikleri yer şimdiki gibi asfalt yok çift şerit yok, toprak yol bazı yerde var bazı yerde yok, bazı yer biraz önce dediğimiz gibi bataklık, nehir var ama karşıdan karşıya geçilmiyor bataklık yerler var, buralarda yol açacaklar, buralarda köprü

kuruyorlar yani önden giden Osmanlı mühendisleri, teknisyenleri, teknikerleri

diyelim ve böyle bir başarı şimdi dönelim tımarlı sipahilere Birgi'de o zaman yani 1600'lerde biraz önce dediğimiz gibi çok geniş hem bir medeniyet hem de bir ticaret merkezi yani ticaret merkezi derken 1300'lerin ortalarından itibaren Cenevizlerle yapılan çok farklı anlaşmalar var Aydınoğlu Beyliğinin, gerçekten de çok uzun yani 3-4 sayfalık ve her şeyi açık açık anlatılan Cenevizlerle Aydınoğlu Beyliği ve Osmanlılarla aralarında yaptığı ticaret anlaşmaları var ticaret anlaşmaları denizleri kapsıyor yani Birgi neresi Ege Denizi neresi. Yani o kadar canlı bir ticaret var ki o günün koşullarındaki mallar için tabii yani o günkü koşulların malları işte ipektir

cam eşyadır, dışarıdan buraya gelen burada yetişen ürünlerdir. Yani buradan

alınıp da dışarı gidecek olan Avrupa'ya gidecek olan ürünler yani pamuk o zaman

daha başlamamıştı işte tütün belki de biraz vardı yani buğday var tabi buraları çok büyük bir buğday ambarı o yıllarda yani bunları buradan alıp dışarı götürenlerde o zaman için Cenevizler yani işte bu ortamda yani 1600'lerin başında Cennetoğlu bu tımarlı sipahiler artık sefer de kalmamış yani 1400-1500'lü yıllardaki kadar Osmanlı ordusu değişik yerlere fethe de gitmiyor, boş kalmışlar, aylak kalmışlar, ücretlerini alamıyorlar, buradaki yerel beylerden; çünkü onları yerel beyler besliyor yani maaşları İstanbul vermiyor. Bunlar bir toplaşıyorlar işte başlarına Cennetoğlu geçiyor. Bir isyan başlatıyorlar ki Birgi'den başlayan isyan öyle bir genişliyor ki 50.000 kişiye ulaşan Balıkesir'e kadar ulaşan Tire'ye kadar yani Tire zaten burnumuzun dibinde yani İzmir taraflarından kuzeye doğru giden çok geniş bir bölgede bir İsyan ve bir özerklik iddiasındalar yani Osmanlı coğrafyası Osmanlı toprakları içinde biz burada kendi yönetimimizi kurduk diyorlar, gelin görün ki Osmanlı o kadar da aciz değil o yıllarda. Ancak Osmanlı'da o yıllardaki zaaf da o sırada 4. Murat 12-13 yaşında ve ülkeyi de annesi Kösem Sultan yönetiyor.

Naip olarak yani padişahın sahibi olarak Kösem Sultan yönettiği için yani o

klasik bildiğimiz Osmanlı coğrafyasının genişleme dönemindeki şahlanışlar yerine daha bir yavaşlama daha bir kontrol altında alınan yıllar olduğu için birdenbire fark edemiyorlar ne oluyor Ege'de Batı Anadolu'da bu Küçük Menderes bölgesinde diye ama isyan çok büyüyüp de Balıkesir taraflarına kadar yayılınca padişah Dişlek Hasanpaşa diye o günün işte sadrazamını git kardeşim bunları ne yapacaksan yap diyor. İstanbul'dan gelen ve daha başka bölgelerden toplanarak isyanı bastırmak üzere gelen Osmanlı askerleri de önce Cennetoğlu'nu Aydın taraflarında yakalayıp kazığa oturtuyorlar yani öldürüyorlar. Daha sonra da bu isyan buradan  çıktı Allah kahretsin sizi deyip Birgi'de var olan kale duvarlarını top ateşiyle yıkıyorlar. Şimdi buradan şuraya geleceğiz. Birgi kaleli bir şehir yani burnumuzun dibindeki Birgi'nin değerini de bilmiyoruz yani bu kadar önemli o yıllarda yani bin üç yüzlerde Aydınoğlu beyliğine geçtikten sonra 1600'lere kadar gerek eğitim gerek ticari gerek sosyal alanda çok gelişmiş bir kent olan Birgi'yi biz sanki 150-200 yıldır işte eski evleri var

Türkiye evleri var gibi görüyoruz, aslında çok önemli bir kent Birgi yani Küçük Menderes'in Tire ile yarışan çok önemli bir merkez Birgi yani. Birgi'de bunu ortaya çıkarmamız lazım. Yani Birgi dünyadaki en güzel 32 köyden birisi seçilmesine rağmen biz Türkiye'deki çok önemli ve ayakta kalmış bir medeniyet şehri olarak da bunu sunmalıyız ve onun izlerini taşımalıyız önümüzdeki kuşaklara. Yani bugün bir arkeolog gözüyle bakıldığında ki Veli Hoca ile şöyle bir izledik yani Birgi kalesinin izleri bugün hala var. Yani şöyle şekil olarak Birgi'deki kale duvarları neredeymiş bugün görünebiliyor. İki dere arasında birisi güneyde birisi kuzeyde çok geniş kale duvarları var bir de İbn-i Batuta'nın yani 1300'lü yıllarda Aydınoğlu Beyliğini ziyarete geldiği zaman anlattığı, Aydınoğlu Beyliği'nin öyle bir sarayı vardı ki sarayın içinde

havuzlar vardı, havuzlardan ikinci katta merdivenlerden çıktık. İkinci katta şakır

şakır akan havuzlar etrafında yerlerde oturduk. Kürkler içinde oturduk dediği

sarayın da bugün Birgi'de Asar Tepe denilen yani Birgi'nin doğu kısmında üstü

düz olan elips şeklinde bir tepe var bu tepede olduğu da arkeolojik araştırmalarda izleri yakalandı, sanıyorum ki biz yetişir miyiz veyahut da önümüzdeki kaç yıl içinde olur, oradaki o topraklar sıyrıldığında allı şanlı kale duvarları ortaya çıkıp kalenin içindeki kazılarda da Bizans döneminde bir manastırmış orası daha sonra Aydınoğlu beyliğine geçmiş onların izleri çıkacak. Hatta o bahsettiğim yerde Yunan işgali sırasında 1919-1922 arasında Yunan ordularının bir kısmı da orada karargah

Kurmuşlar. Çadırları  hatırlayan yaşlılar vardı yani son yıllara kadar karşıdan karşıya o çadırları gören ve Yunan askerlerinin silahla rastgele Birgililere  nişan aldıkları da hafızalardaydı. Yani Birgi kaleli bir şehir, özetle ve Birgi o zenginlik içinde bu

tımarlı sipahiler başlatmışlar bir hareket bu hareket sonunda Birgi top ateşiyle yıkılmış ve Birgi'den Ödemiş'e göç başlamış, şimdi konuyu oraya bağlayacağız.

Dolayısıyla onlar yavaş yavaş Birgililer en yakın olan Ödemiş'e doğru gelip

Ödemiş'te yeni konutlar kurarak tabii bu yüzyıl içinde yavaş yavaş gelişiyor yani

Türkmen çadırlarından göçebe çadırlarından yavaş yavaş evler ve mümkün olduğu kadar Menderes'i besleyen dere kıyılarında hayvancılık ve o yıllarda artık Menderes geri geri çekilmeye başlamış. Yani bir ucu Birgi'de bir ucu Adagide eteklerinde olan çok geniş Menderes giderek daralmaya başlamış ama tabii günümüzdeki kadar daralma değil hala daha karşıdan karşıya geçilmeyecek kadar çok geniş ve kıyıları

da bataklık sazlık bir durumda. O yıllarda da işte yavaş yavaş Menderes geri çekilirken geride bıraktığı çok verimli alüvyon topraklar Ödemiş'te yerleşenler için yeni bir fırsat. Orada ekip biçmeye başlıyorlar, orada hayvancılık gelişiyor yani göçebelerin küçükbaş hayvanları oradan oraya sevk ederek yaşadıklarını düşünürsek yavaş yavaş daha büyükbaş hayvanlar at ve bu ürünlerin taşınması

için develer görünmeye başlıyor ve Ödemiş 1700'lü yıllardan itibaren yani bu süreç

100 yıl 120-130 yıl geçtikten sonra Ödemiş bir ufak köyden bir kasaba haline

gelmeye başlıyor. 1700'lerden itibaren şimdi kasaba haline geldi ve yöresel

ürünler çok değerli. İzmir Limanı açılmaya başladı. Yani Kuşadası'ndan ve Efes'ten Liman İzmir'e doğru taşınmaya başladı. O yılların teknolojisi olarak gemiler artık İzmir limanına gelmeye başladı. Yani Önceki yıllarda küçük teknelerken artık daha büyük yelkenliler İzmir limanına hem Büyük Menderes'in ürünleri hem Küçük

Menderes'in hem Gediz Bölgesi'nin ürünlerini Avrupa'ya Avrupa'dan gelen malları buradaki coğrafyaya dağıtmak tabii bu arada şey devam ediyor yani İpek Yolu İran'dan Hindistan'dan gelen ürünler de Anadolu'yu geçip o Anadolu'daki meşhur

kervansaraylardan doğru geçip yani o da bizim Ödemiş'i besleyen apayrı değerler

yani Selçuklu dönemin Osmanlı kervansarayları dediğimiz o müthiş yapılar 1500-1600 yılındaki yapılar aslında doğudan gelip batıyı besleyen kaynaklar için çok önemli enstrümanlar yani bütün gün yol yapıyor kervan, akşam dinlenecek.

Kervanı idare edenler gerek kervanı koruyanlar gerek kervanı yürütenler

Yıkanacaklar, dinlenecekler, yemek yiyecekler vesaire. Yani öyle bir fonksiyonu da var bugünün gözüyle görmediğimiz zaman yani geçmişimizde çok zor gibi görünen birçok sorunu aşmış atalarımız. Yani bu Anadolu topraklarında gerek bu mimari yapılar gerekse bu sistem yani bu kurdukları sistem gerçekten de işlemiş. İşte Ödemiş'te de yavaş yavaş Ödemiş'in ürünlerini Efes veya Kuşadası yerine İzmir'e

taşımak üzere develer görünmeye başlıyor. Yani bu coğrafyadaki develer 1700'lerin sonu 1800'lerden itibaren tıkır tıkır 8-10 deve 15 deve olarak burada ne varsa

Üretilen, İzmir limanına gidecek olan onları İzmir limanına götürüyorlar. İzmir

limanında buralara gelecek olan ne varsa onları getirmeye başlıyorlar ve bir

devecilik çıkıyor. Şimdi ben deveciliği bilmem yani küçüklüğümüzde

ilkokula giderken Dabbey tarafından, Yayla Caddesi boyunca develer

gelirdi. En öndekinde Çan olurdu. Tıngır, Tıngır, tıngır… Biz iki deve arasındaki ipin arasından eğilerek geçip karşıya geçiyorsak; oldu, oldu; sınıfı geçeceğiz derdik. Yani son yıllara kadar devecilik vardı. Kervanların 10-15 deve olduğunu ve bir devenin şöyle böyle hesaplayalım, bir deve yani yaşına göre 200 ile 400 kilo arası yük taşıyor.

Bunun karşılığında bir at 40-50 kilo yük taşıyabiliyor, eşek ise 20-30 kilo yük taşıyabiliyor. Yani bir devenin bir kervanın 300 ortalamadan 15 deve desek 4,5 ton yani bugünün bir kamyonu kadar ürünü İzmir'e taşıyor. E peki bunlar nasıl gidiyorlar işte 8 saat yol yapıyorlar, işte 1700'lerin sonu 1800'lerde başlamış oluyor. Artık deve taşımacılığı benim çocukluğumda yani 60'lı yıllarda develer vardı yani. Ödemiş

içinde develer gezerdi, köylerden gelirdi yani köylerden odun getirirdi, oradan çuvalları getirirdi. Yani o zaman daha hanlar da vardı Ödemişte. Yani şu anda han deyince belki yeni kuşak bilmiyor ama allı şanlı hanlar, yani o develerin konakladığı o Katırcılar Sokağı da o zaman o hanlardan bir tanesi. 1888'de demir yolu Ödemiş'e bağlanınca yavaş yavaş devecilik artık ikinci plana geçmeye başlıyor. Ama 1888'e kadar anlı şanlı yani İzmir – Ödemiş trafiği deve ile sağlanıyor yani araç. Yok henüz daha tekerlekli araç yok yani arabası olmaz at arabası olmaz. Yani dediğim gibi bir

deve kervanı dört buçuk beş ton toplam yükü İzmir'e götürebiliyor. Yani önemli

bir rakam yani o zaman ki taşıma değerleriyle falan incelemiş akademisyenler var gerçekten de devecilik çok önemli Ödemiş'in gelişiminde. Bir kentin gelişiminde sadece insanların o kente gelen insanların çeşitliliği farklılığı bunların ustalığı var evet yani o kenti kuranlarında kuran insanların da özellikleri vasıfları çok önemli ama o kentteki coğrafya unutulmaması dikkate alınması ve o coğrafyadaki hayvanların da o kenti oluşturan ve büyütenler için çok farklı özellikleri olması gerek. Ben de

Ödemiş'te Ödemiş'in böyle bir kent olmasında yani işte o Ödemiş ovasında, düz

ovada kurulurken veya kurulduktan sonra genişlemesi, ayaklarını yere basması, kök salması Ödemiş kentinin bence devecilikle olmuştur. Benim iddiam bu. Madem deveden açıldı konu İlerleyelim, deve güreşleri de işte aynı yıllarda yani develerin burada deve sayısının çok arttığı yıllarda tabii develer dinlenecek, yani çay ve ihtiyaç

molası gibi. Develer dinlenirken birbiriyle oynaşmaya başlıyor. İşte o oynaşmayı

deve sahipleri yani savranlar deveyi bakanlar ve yürütenler, çok hoşlarına

gidiyor. İki deveyi orada ortada oynaşmalarını istiyorlar. Aslında deve güreşi dediğimiz bizim güreş değil, develerin oynaşması.

Şimdi Ödemiş'i anlat desen işte 1699'da artık bu çok meşhur 1699'da Emmioğlu Mustafa Bey ilk suyu getirmiş 1628'de bilmem ne mescidi yapılmış. Yani tarih bu değil aslında. Ödemiş büyüdü Ödemiş'e dışarıdan gerek Yunan adalarından gerekse Osmanlı coğrafyası içinden birçok göç olmaya başladı. Yani 1800'lerden itibaren yani Rum nüfusu arttı. Şimdi mesela o yılların bir nüfusunu şöyle bir kabaca size verecek olursam Ödemiş'te 15000-16000 civarında Müslüman 4.000- 4.500 civarında Rum, 1500-2000 civarında Ermeni ve çok az10-15 tane Yahudi var. Tire'de tam tersi. Böyle bir şehir Ödemiş. 1800'lerin sonunda Rumlar şehrin kuzeyinde işte Hastane Caddesi, Yayla Caddesi oralarda yerleşiyorlar. Türkler de ilk kurulan mahalleler Eski İstasyon ve civarı olduğu için Türkler de orada yoğunlaşmışlar

yaşam olarak ve camiler, meydan ortak kullanım alanı yani Büyük Cami, Küçük

Cami oralar ortak kullanım alanı ve Katırcılar Sokağı da Ödemiş'in İzmir'e

açılan ana caddesi. Gerçekten de hanlarıyla oradaki esnafıyla ana cadde. Hatta mesela gene şimdi Ödemiş öyle bir yer ki bu ikinci Abdülhamit zamanında Yunan harbini bastırmak üzere 98 harbi denilen 1897-98 harbine, 87-88 harbine

bakıyorlar ediyorlar hani ordu toplayacaklar. Ödemiş'ten Çakırcalı Mehmet Efendi'nin babası Çakırcalı Ahmet Efe. Tire mutasarrıfı onu görevlendiriyor, topluyorlar buradan. Balkanlar'a gidecekler. Balkan harbi'ne. Çakırcalı Ahmet Efe yani Mehmet Efe'nin Çakırcalı Mehmet'in babası toplanıyorlar buradan işte o camilerin önünden Katırcılar Sokağı'ndan Tekelli'nin orada tabii o zaman büyük bir çeşme var bu çeşmenin üstüne hoca çıkıyor, dualarla bunları İzmir'e uğurluyor. Yani İzmir yolu orası. Yani onu söylemek istiyorum, ana caddemiz o. O zaman bu hastane caddesi ana cadde değil, Yayla Caddesi değil burası hiç yok zaten. Yani belediyenin önü hiç

yok o zaman ve sinemanın olduğu yer, işte Rumların Kilisesi, Ödemiş Hükümet Konağı, şimdiki Telekom'un hemen karşısı Ödemiş Hükümet Konağı ve meydanda orası. İşte meydanda Ekin Pazarının orası. Ne olup bitiyorsa orada oluyor. Asılmalar, toplamalar… Ödemiş böyle. 1800'lü yılların sonu 1900'lerin başı böyle bir kent

olduğu için yani yavaş yavaş artık Amerikan iç savaşı sonrası İngiltere pamuğu Amerika'dan alıyor ama Amerika'da savaş var pamuk alamıyor. Haydi buraya yöneliyorlar buradaki Menderes'in bıraktığı verimli tarlalar pamuk tarlası haline gelmeye başlıyor. Buradaki pamuklar İzmir limanına, İzmir limanından yani incir üzümle beraber develerle haydi İngiltere'ye fabrikalara. Yani İngiltere'deki o Sanayi Devrimini bir biçimiyle bizim bölgede beslemiş oluyor.

 

Biz şu anda 200-250 yıl içindeki geçmiş tarihimizi çok rahat görüp inceleyebilip oradan bugüne taşıyabileceğimiz ve çok güzel olumlu bilgiler var. Ben daha ziyade

onlarla ilgiliyim. Yani arkeolog düzeyinde, onu akademisyenler incelesin. Ödemiş'in öne çıkmış 20 sene öncesine kadar birçok şeyimiz vardı. Bizler de biraz tembelleştik yani. Ödemişliler tembelleşti şu anda. Yani Birgi kale duvarlarını çıkarsak, ışıklandırsak yani o bile Birgi'yi çok fazla seyahat edilen bir yer haline getirir. Mesela bak yani şimdi Birgi de gelen otobüsle gelen heyetlerden aradan birileri yanaşıyor beyefendi diyor nereleri gezelim diyor, vallahi bir tane, yani şuraya git diyemiyorum. Cami bakımda, Konak bakımda, hamama girilmiyor, öbürü kapısı kilitli… Yani anlatabildim mi. Böyle bir müze veyahut da bir anı evi yok Birgi'nin. Ben de özellikle bir kapı aralıyım dedim ama ben şimdi çok yurt dışında çalıştığım için, yurt dışında gördüklerimi Ödemiş'te uygulamaya çalıştım. Bir kısmını uygulayabildik. Onun

için yani Ödemişlilere hoş gelen projelerimiz var. İşte Yıldız Müzesi önemliydi mesela. Mesela teleferik şimdi hayali bir şey değil. Bakın arkadaşlar teleferik deyince 1909 yılı Gölcük'te Ziya Paşa geliyor İzmir Valisi. Gölcük çok hoşuna gidiyor, bu Gölcük diyor etrafına demirden böyle o zaman Paris Maris böyle artık çok meşhur ya, şeyleri yapıyorlar kuleler eyfeller falan, Amerika'da gökdelenler çıkmaya başlıyor, gölün kıyısına şöyle bir demirden yürümeye yer yapalım, ortadan da bir tane şöyle bir hat çekelim, insanlar orada yürüsün ama diyor buraya gelecek olanlar için de diyor, bir tane diyor tele kabin yapalım teleferik yani. İşte yani hakikaten düşünmüşler yazmışlar. Sonradan İttihat Terakki zaten ayrı bir konuşulması lazım, tek parti iktidarına dönüyor. Terakki seçimde falan derken kalmış, bu daha sonra Demokrat Parti zamanında 1959'da o zamanki Demokrat Parti yönetimi ve belediye olarak da teleferiğe tamam diyorlar. Projeleri çizdiriyorlar, hisse senedi çıkarıyorlar. Ödemiş için 200 civarı ortak para konuyor. Aynı Tekstil fabrikasında olduğu gibi paraları koyuyorlar bana söyledikleri kadarıyla bir hisse bir tane koyun parası dediler. Broşürü de var onun bir koyun parasında bir hisse alıyor ve 1959'da sipariş

veriliyor. Bir kısmı malzemelerin veriliyor. 60 İhtilali oluyor tabi. 60 ihtilalinde olay duruyor, gümrüğe gelmiş olan malların bir kısmı Uludağ teleferiğine kullanılıyor. Uludağ teleferiği 1963'tür. Yani bizim olacaktı, bitecekti. Yani hayali proje değil. Biz peşinden koşmalıyız. Tekstile sahip çıkmalıydık. Tekstil Fabrikası kumaş yapamıyorsa iplik yapmalıydı veya kapanıp dikimhane Olmalıydı. Yani bilmiyorum işte bir mesela başarılan Ayakkabıcılar Sitesi var ama onu da öteye götüremedi değil mi. Zar zor başarılmış gene işte Münir Bey'in de katkılarıyla genişleyen Sanayi Sitesi var, yani o dönemde de yani yolları kaldırımları vesairesi de Sanayi Sitesi olduğu gibi kaldı, yani Sanayi Sitesinin içinin değişmesi lazım, içinde imalathaneler Türkiye'ye mal üreten atölyeler fabrikalar ufak fabrikalar olması lazım. Yoksa hani dükkanlar var kaldırım yap saçak yap önemli değil. Bir şey, bir değer üretmesi lazım, para getirmesi lazım Ödemiş'e.

Son olarak beni böyle güzel bir programda ağırladığınız için hepinize teşekkür ediyorum, en güzel günler Ödemişlilerin olsun. Hepinize iyi akşamlar diliyorum.

İsmail Keçeci

Bakmadan Geçme