• Haberler
  • ihale
  • “Aman Kimseler Duymasın, Aman Kimseler Görmesin!”

“Aman Kimseler Duymasın, Aman Kimseler Görmesin!”

Kitab-ı Mukaddes, Eyüp Bölümü 27:5: “Doğruluktan ayrılmayacağım” Kuran-ı Kerim Hud Suresi 112. Ayet: “Emrolunduğun gibi dosdoğru...

Kitab-ı Mukaddes, Eyüp Bölümü 27:5: “Doğruluktan ayrılmayacağım”; Kuran-ı Kerim Hud Suresi 112. Ayet: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

Eyüp Peygamber’in her zorluk karşısında söylediği bir cümle; kutsal kitapların uyarısı, en önemli emri. Dile kolay; hayatta yaşarken bedel isteyen bu ifade, aslında yaşantımızın merkezinde olsa hayatın akışı daha güzel ve anlamlı olurdu.

Kaç yaşında olursak olalım annemizin babamızın halen çocuğuyuz ve hep bizi eğitmeye devam ediyorlar. “Evladım sen dosdoğru ol, eğri senden uzaklaşır” diye bizi terbiye ettiler, ediyorlar. Haklı olarak endişe içindeler. Yarınlarımız olan atinin meçhul bilgisizliğinden ziyade doğruluktan ayrılabileceğimiz düşüncesi, onları haklı olarak yıpratıyor ve içten içe harap ediyor.

“Bana bir şey olmaz. Doğru olandan sapmam, sadakatli olurum. Meraklanmayın” demek, günümüzün dünyasında pek de yeterli olmuyor. “Eskiden mi güzeldi yoksa eskiler mi güzeldi?” sorusunu hepimiz sorsak da vicdanen hakikatin sesini duyabilsek de yaşarken yaşamın içinde her zaman dosdoğru olabilmek için imandan çok önce samimiyet ve ciddiyet gerekiyor.

“Sahi, inançlarımızda ciddi miyiz yoksa öylesine üfürüyoruz mu?” diye önce kendi benliğime eleştiri oklarını saplıyorum.

Birileri için değil; falancanın adamı, filancanın hayranı, partizanı olmak adına da değil; özümüz gereği iyi olabilmek için çırpınıyor muyuz; eğri olmamak, eğrinin bizden uzaklaşabilmesi için gerekli samimiyet var mı halet-i ruhiyemizde, kamil-i insan olma bilincimizde…

Peki öte yandan;

Ya o eğri olanla bir kalbi dostluk oluşturduysak? Yani acı bir kahveyi birlikte yudumladıysak ne yapacağız? Doğru olandan, hakikatten yana tavır alabilecek miyiz? Yoksa hatır gönül deyip öyle mi yola revan eyleyeceğiz?

Yol ayrımındayız. İki seçenek var: Doğru ya da eğri. İnsanların hatırı, “Onlar ne der?” duygusu ya da Tanrı’nın rızası!

Elbette ki herkesin seküler yani dünyevi inancı da kendisini ilgilendirir dini inancı da fakat toplumda kahir ekseriyet, dini imana sahip olduğunu alenen açıkça dile getiriyor. Bu kişilerin yine geneli İslam, kimi Hıristiyan ya da farklı inançtan ya da inançsız.

Bu yazımızın konusu, ortalıkta inançlı gezip de sağ gösterip sol vuranlar için… Hatırlarsanız yakın zaman önce ‘Fazlasıyla Şerbetlendik’ adlı bir yazı yazmış ve orada samimiyetsiz, içten olmayan dini ritüellerin şahsiyetlerimizi zedelediğine değinmiştim.

“N’ayır n’olamaz! Ah canım okur, canıma okudular” edasında sitemler sıralayacak değilim. Yalnız şu kadarını belirteyim ki bu toplum; inançsızdan ve inançsız olduğunu dile getirenlerden değil, inançlı olup da inancı üzerinden nemalanan ve inancını ciddiye almayanlardan çok çekti ve çekiyor.

“Elhamdülillah Müslümanım!” demekle iş bitmiyormuş meğer.

Yanımızda Allah, öte tarafta yallah….

“Tövbe ederiz boş ver !” Bu felsefe ile nereye kadar yol alınır ki!

Çok değil, bir hafta önce eşimin telefonuna gayri ihtiyari bakacağım tuttu, pek adetim değildir ama işte yaşanacaksa bir şeyler yaşatılıyor. Her neyse; baş örtülü hoş bir genç hanım, birkaç çıplak fotoğraf atmış ve 150 Euro para göndermesini istiyor.

Neresini eleştireyim, ne diyeyim bilemedim. Yok, sandığın gibi ciyaklamadım sevgili okurum. Bağırıp da çığırmadım. Bir zarafet, bir nezaket, bir sakinlik, sekine halleri üzerime çöreklendi. Fotoğraflar bana aitmiş gibi bir utanma, bir arlanma duygusu ile içli köfte kıvamına geldim. Neredeyse “Arzu edersen hayatım, bir an önce Euro’yu gönder de kızcağızı bekletme” diyesim geldi.

“Sen benim telefonuma mı baktınnn?”

“Vallahi baktım, gözüm gönlüm çiçeklendi” dedim.

“Ya canım, ben yapar mıyım öyle şey Allah aşkına!” demesin mi… Allah mı, aşk mı, sevgi mi…

Hiçbir dönemde olmadığı kadar dini ve kültürel değerler ayaklar altına alındı. Çiğneyenler de yine genel olarak dindar olduklarını söyleyenlerdir hiç şüphesiz. Demek ki potansiyellerimiz, genel manada olumsuzluklara, eğriliklere yönelik oluyor. Toplumun ruh hali bilgilerinize sır değil; birkaç dizi film bile ahlaki seviyemiz hakkında genel bir bilgi sunabilir.

Elbette ki hüküm vermek, kişileri suçlamak, yargılamak bize yakışmaz. Zaten bu, peygamberlere bile verilmiş bir izin değildir.

Peki, o halde şunca şey tırışkadan nağme mi, olur mu hiç? Sadece olanları birlikte konuşup değerlendiriyoruz, kimseyi yargılamıyoruz. Üzülüyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Her kim ne yaparsa yapsın “Herkes böyledir” genellemesini de yapamayız. Kimse kimseyi zan altında bırakamaz çünkü günahın sorumluluğu bireye aittir.

Uruguaylı bir arkadaşımdan işitmiştim: “No hay mal que por bien novenga” yani “Her musibet, bir nimet doğurur.”

Yaşatılan olayları hafife almadan burada kendi payıma düşen öz eleştiriyi de yapmak zorundayım. Günahın sorumluluğu bireye aittir ancak onu o duruma getiren şey nedir? Bu sorunu da anlamaya çabalıyorum. Kendi eksik ve kusurlarıma daha fazla yönelmeliyim karşımdakini suçlamadan önce… Musibetlere bu nazarla bakarsak nimete dönüşebilir diye düşünüyorum.

Sibel Egemen’in buğulu sesinden ziyadesiyle dinlediğim, “Aman Kimseler Duymasın, Aman Kimseler Görmesin” şarkısı, bu yazıma muse oldu yani ilham perisi.

Sahi, gerçekten de hiç kimsenin görmediği, hiç kimsenin duymadığı bir yer var mı?

Bakmadan Geçme