Ah şu tren yolculuğu!
Son bir yılda akaryakıta gelen zamların ardından, çok sayıda kişinin toplu taşımayı dikkate aldığını biliyoruz. Aslında...
Son bir yılda akaryakıta gelen zamların ardından, çok sayıda kişinin toplu taşımayı dikkate aldığını biliyoruz. Aslında biz bu toplu taşımayı daha önceden de dikkate almalıydık ama sanıyorum bir dönem ‘altın’ yıllarımızdı. Şimdi Kaymakçı’ya bile giderken ESHOT’u tercih ediyorum. Dile kolay, gidiş geliş 30 kilometre, nerden baksan 40-50 lira. İzmir de git-gel 250 kilometre 450 lira.
Sözü dolandırmayacağım. Ödemiş-İzmir tren yolu hepimiz için bulunmaz bir olanak. Hatta şehrin göbeğine kadar gidebiliyor olmamız… Hadi eski deyimle ‘nimet’ diyelim. Ama sıkıntılar var.
Hala 2,5 saate varan yolculuktan sonra Basmane’ye ulaşabiliyoruz. Zaman zaman kağnı arabası gibi gittiği oluyor. Zaman zaman içinde pişiyoruz. Zaman zaman ayakta giden yolcular oluyor.
Bence düzeltilemeyecek sorular değil ama nedense bir türlü iyileştirilemiyor. 1,5 saatte alınabilecek yol 2,5 saate çıkıyor.
Hafta sonu İzmir’e gidip geldim. Tabii trenle. 60 lira ile gidip gelmek varken ne diye 450 lira vereyim? İndiğimiz yerde İzmir’in dört yönüne gidebilen metro da var. Daha ne isteyelim?
Trende kitap okumayı sevmem. Zaten öyle yerlerde kitap da okuyamam. Olursa yanımdaki ile az çok muhabbet etmek, olmazsa da çevreyi izleyerek gitmek daha hoşuma gider. Ne güzel! Yemyeşil ovanın kenarından adeta süzülerek gidiyoruz.
Neyse suyumu ve gazetemi aldım ama biletimi alamadım. Neden alamadım? Çünkü sıra vardı ve hareket saatine kadar sıradakiler bilet alamadılar. Neden ikinci bir görevli olmaz ki!
Bilet alamadık ama sağ olsunlar mazeretimizden dolayı cezalı bilet kesmediler. Öğretmen bileti 30 lira.
Ben sağa sola bakarak ilerken arkamızdaki iki kişinin, daha doğrusu baskın olan bir kişinin muhabbeti dikkatimi çekmeye başladı. Konuşmalarından anladığım kadarı ile ikisi de yeni tanışmışlardı ama birinin sesi ve muhabbet tonu sanki 40 yıllık arkadaş görüntüsü veriyordu. Ses tonu yüksek, muhabbeti de daha koyu olan, birkaç kez “Abi kusura bakma, adın neydi?” demesine rağmen, ister istemez biz de dinledik derin muhabbetleri. “Görmüş geçirmiş” olduğu anlattıklarından belli idi. Dinleyici konumunda olan daha çok “evet”, “öyle” ve “hıı hı” gibi yanıtlar veriyordu. Daldan dala, damdan dama…
Ama adam da dinletmesini biliyordu. Ve nasıl anlatsam bilemedim ama adamın sürekli olarak aHaber izlediği de anlaşılıyordu.
Bir ara bir bahane ile kalkıp anlatıcının yüzünü görmek istedim ve tuvalete gidiyormuş gibi yapıp, şöyle bir ayaklarımı açıp geldim. Yüz, tahmin ettiğim gibi idi…
Böyle durumlarda üçüncü kişiye laf düşmez. Nitekim bir ara arkaya dönüp bir şeyler söyleyeyim dedim ama “Vazgeç, ne değişecek ki! Belki de kavga çıkacak.” düşüncesi ile mecburen katlandım. “Beyefendi biraz daha küçük harflerle konuşsanız” diyecek oldum, ondan da vazgeçtim…
Neymiş efendim, Almanların birçoğu İstanbul’dan ev alıyorlarmış da kışı Türkiye’de geçireceklermiş. Çünkü Almanya’da bu kış büyük bir enerji krizi yaşanacakmış!
“Şimdi” dedim kendi kendime sakince, “Bu işsiz Almanlar bütün kışı İstanbul’da geçirmek için neden Yunanistan yerine Türkiye’yi tercih etsinler?”
“Sonra” dedim… Avrupa’da 5 milyon civarında Türk işçisi var. Acaba onlar da gelecekler mi?
Ve yine “Sonra” dedim kendi kendime sakince: “Bu Almanların Türkiye’de daire alması iyi bir şey mi?!”
“Neo klasik ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden, heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan; davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır.”
Bu yazının özü şu: 2,5 saatlik toplu taşıma süresi çok uzun. Akıl sağlığımızı korumak adına şu yolculuğu 1,5 saate düşürecek altyapımız, emek gücümüz ve finansmanımız yok mu?
Kısa bilgi: Hattı, 1880’lerde İngilizler; Anadolu’daki maden ve hammaddeleri kaçırmak için Osmanlı’dan aldıkları imtiyaz (ayrıcalık) ile yapmışlar. 1935 yılında da Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları, hattı yapan şirketi ve hattı satın almış.