50 yıl!
Bence bir müzik öğretmeni en az bir müzik aletini iyi derecede çalabilmeli, bir beden eğitimi öğretmeni...
Bence bir müzik öğretmeni en az bir müzik aletini iyi derecede çalabilmeli, bir beden eğitimi öğretmeni sporun en az bir dalında etkinlik yürütebilmeli, bir edebiyat öğretmeni de yazar çizer olmalıdır. Yazar çizer derken tabii ki sadece şiir yazmalı filan demiyorum.
Toplumun geneline edebiyat dersleri ile ilgili bir soru sorulduğunda genellikle “failatün failatün …” ile başlayan cümleler kurduklarına şahit oluruz.
Edebiyat öğretmeni, bütün yazılmış eserleri bilir, bütün şair ve yazarları tanır…
Aslında böyle bir şey yoktur. Basitçe ifade etmek gerekirse bir edebiyat öğretmeni bence öğrenciye okuma yazma alışkanlığı kazandıran biri olmalıdır.
“Filanca bir şiir yazmış, hadi bilin bakalım aslında burada ne demek istemiş!”
Büyük dünya şairi Nazım Hikmet, henüz gençliğinin ilk yıllarında 1923 yılında “Makinalaşmak istiyorum” adlı bir şiir yazmış. Nazım Hikmet’i gerçek anlamda tanıtmak istemeyen bakanlıklar da uzun yıllar Nazım’ın bu şiirine dikkati çekmişlerdir. Halbuki Nazım, barışa ve emeğe değer veren evrensel bir şairdir.
“trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!”
Hadi bakalım burada ne demen istemiş. Neymiş efendim Nazım Hikmet, materyalist bir şairmiş de bu şiir de onun bir kanıtı imiş…
“beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu! / her dinamoyu / altıma almak için çıldırıyorum! / tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor, / damarlarımda kovalıyor / oto-direzinler lokomotifleri!”
Oysa Nazım Hikmet, yaşadığı dönemde başlayan hızlı değişimi görüp 18’inci ve 19’uncu yüzyılın sanayi devrimine dikkat çekmek istemiştir.
Benim ilkokul çağlarımda radyo, tüm evlerde yokken; Tv’nin adı bile yeni yeni duyulurken… Çamaşır ve bulaşık makineleri büyük nimet iken… Yaşlı teyzelerin ‘şeytan işi’ diye Tv’ye sırt döndükleri yıllar yani.
Henüz köy ve beldelerimiz bozulmamışken…
Henüz Türkiye betona mahkum olmamışken…
Henüz Türkiye, küçük Amerika olamamışken…
O arkadaki, ‘ilçe olacağız’ dikilen ve şimdi bomboş duran belediye binası yapılmamışken…
Konuyu dağıtmadan toparlayalım.
Yazıma aldığım fotoğrafın eski olanı 1972 yılına ait. İki fotoğrafın birleştirilmesi ile elde ettik. Benim de ilkokul yıllarım. Kaymakçı Cumhuriyet meydanında yapılan bir 23 Nisan töreninden. Fotoğraf uzaktan çekildiği için insanları seçebilmek zor. Fotoğrafı çeken ilkokul öğretmenim rahmetli Galip Tütüncüoğlu. 90’lı yılların başlarında yıkılan meydandaki ada ve bugün yerinde Tosun’un kahvesi olarak bilinen binanın bulunduğu Ekin Pazarı.
Bir köşede bu yıl başında kaybettiğimiz sevgili arkadaşım Mustafa Şimşek’in babası Mısırlı lakaplı Mehmet Şimşek amcanın köfteci dükkanı, diğer köşede Yanbastı’nın fırını. Ve 80’den önce kısa bir süre oturduğumuz Taburların evi.
Bayram dolayısıyla şenlenmiş çocukların doldurduğu sessiz ve sakin meydanda iki küçük çam ağacının ortasındaki Atatürk büstü.
Kimler geldi kimler geçti? Çocukluğumdan kalan kasap Goca Ali, Aşçı Hafızların lokantası, mahalle arkadaşım Erol Çakmak’ın babası Çakır Ali’nin bakkalı. Aşçı Ali’nin lokantası. Terzi İsmail emminin 60’ların sonlarında tütün mitingleri için Kaymakçı’ya gelen Dev-Genç’li üniversite öğrencilerine lojistik destek sağladığı küçük terzi dükkanı.
O adada elbette başka isimler de vardı ama benim aklımda kalan bu isimlerdi.
Erol Çakmak ile dükkanlarının önünde oturur, geçen araçların plakalarına göre tek mi çiftçi oyunu oynardık. Tek tük araç geçerdi. Şimdi karşıdan karşıya geçmek zorlaştı.
Bu yazının burasına kadar okuyanların “Neden bunları daha ayrıntılı yazmıyorsun?” dediklerini duyar gibi oluyorum.
Kim demiş ki yazmadım! Ama biraz daha olgunlaştırmam ve biraz daha eski fotoğraflar bulmam lazım. Elinde, kıyıda köşede kalmış eski fotoğrafları olanlar varsa, özellikle mekanlar ve kişiler…
50 yıl geçmiş, dile kolay…
“trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!”