Mustafa yahut Hayranlık

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ne toz ne duman geride. Ne çöp, ne pislik, ne atık.

Mavi gökleri saran beyaz, zaman zaman da kapkara bulutların yolculuğundan geriye kalan. Hiç izlediniz mi bilmiyorum. Ama izleyen biri var.

Hem de hayranlıkla, imrenerek.

Şöyle diyor,

“Bakıp imreniyorum akınına

Şehrin üstünden geçen bulutların”

Kimin dizeleri bunlar anımsamıyorum. ”Adı” çok da önemli değil aslında. Sözü geride kaldıktan sonra adı kalmasa ne gam.

İmrenilecek, bakılacak bir şeyler vardır herkesin yaşamında.

Şöyle üç beş dakika ayırıp bir topluluk içindeki çocuklara bakın. Ben ne zaman bir topluluk içinde çocuk görsem çokluk hayranlıkla onu izlerim.

Etrafta ne varsa; bazen bir çomak, bazen bir kâğıt parçası, bir iki boncuk. Onu eline alıp açıverirler koskoca büyülü bir dünyanın kapılarını kendisine.

Diğer insanların derdi, gamı, tasası çok uzaklarda kalmış, o çoktan kendi dünyasına dalmıştır. Kimseler fark etmeden mavi, berrak, dupduru bir su gibi onca insanın arasından yol bulup akıvermiştir. Usulca, kıpırtısız çokluk.

Hayranlık dedim de çocukluğumun unutulmaz simalarından Mustafa geldi aklıma. Köylülerimin dilinde “Deli Musduva”

Daha kimseler uyanmadan yola düşerdi. Şehre varınca çorbasını, çayını içer; günlük bir ekmeğini alır, sigarasını cebine koyar, köye dönerdi. Bunları duyardım. Ama hiç tanık olmadım. Çünkü ben okula giderken o dönüyor olurdu köye.

Her sabah saat sekizde bir alt köyün girişinde hep aynı yerde karşılaşırdık. Az daha yukarıda karşılaşırsak ben okula geç kaldım demekti bu. Çünkü onun saati hiç şaşmazdı.

Aylardan bahar ya da kış. Hava ister bulutlu, ister karlı. Hasta değilse mutlak orda karşılaşırdık.

Köydeki kimselere benzemezdi. Ne kaşı, ne gözü ne de sözüyle. Bilge bir görünümü vardı ama herkes ona Deli Musduva derdi. Çocukluk yıllarımda en zor yanıt bulduğum sorulardan biri olmuştu bu. Neden ona deli derlerdi ki?

Köylünün kitapla, kalemle, silgi ya da defterle hiç ilgisi yoktu. Köyün tek bakkalında mektup yazacak bir ak kâğıt bulmak çokluk mümkün olmazdı. Oysa Mustafa’nın cebinde her daim bir deste kâğıt olurdu. Ve ucu çakıyla sivriltilmiş bir kurşun kalem. Emenler’e çıkarken çayın kenarındaki dut ağaçlarının dibine oturur, kalem ve kâğıdını çıkarır, köylülere ceza yazardı. Sonra yüksek sesle okurdu. Şunun oğlunun cezası şu, bunun oğlunun cezası bu diye.

Ne zaman Mustafa’yı anımsasam bir resme dalar gibi dalar giderim o yıllara. Mustafa’ya hayranlık mı, geçmişe özlem mi yahut? Kim bilir?

Neyse ne.

Sevgi, dostluk ve umutla.

Mustafa yahut Hayranlık